Serbest piyasa ekonomisinin salt büyümeyi ve teknolojik yenilikleri teşvik ettiği; insan ve kamu yararı yerine salt kârı hedelediği ‘Neo-liberalizm çağı’ 1980’li yıllardan itibaren yalnızca ülkemizde değil “seçilmiş” bazı dünya kentlerinde de köklü bir değişime yol açmaya başladı.
Finans merkezli bu yeni ekonomik yapılanma modeli zaten geçmişten bugüne hiçbir zaman etkili bir şehir planlama geleneğine sahip olmayan ve coğrafi çapı giderek genişleyen İstanbul şehrini fiziksel olarak derinden etkiledi. Bu şekilde yenilenen kimliğiyle şehir, salt yabancı sermaye için değil, aynı zamanda üretim açısından bal yapmayan bir arıya benzetebileceğimiz inşaat sektörü için de dev bir cazibe merkezine dönüştü.
Şehrin çeperleri genişledikçe, dikey yaşamların güvenlikli sitelerinde artık mahalle ve komşu kültürünün de yok olmasının etkisiyle yalnızlığa sürüklenen geniş bir kitle, sosyo-ekonomik problemlerin ötesinde yaşamsal sorunlarla yüzleşmeye başladı.
En önemlisi, yaşanabilir bir çevrenin açgözlü şekilde talan edilmesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, birkaç cılız ses dışında kimsenin dillendirmek istemediği temel bir sorunla baş başa kaldık: Artık büyük afetler karşısında savunmasız ve çaresiz bir durumdayız.
Görünen o ki; karşımızdaki bu ‘’iç karartıcı’’ manzara bizi çok geç olmadan insan odaklı çözümler üzerine yeniden düşünmeye ve eyleme geçmeye davet ediyor.
Uzun bir zaman dilimine yayılmış olan bu görsel çalışmanın benzer projelere katkı sağlamasını, bir işaret işeği olmasını diliyoruz.